banner55

Bu asrı heba edersek !

Bu asrı heba edersek !

Yavuz ERCAN
Yavuz ERCAN
22 Mart 2019 Cuma 14:13
Bu asrı heba edersek !

 

Gülten Akın’ın, 

Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler.

dediği günlerdeyiz.

Yerel seçim öncesi ortalık toz duman, kimse kimseyi dinlemiyor. Anlatılanları kimsenin duyacağı yok. Zaten duysa da söze, fikire itibar eden kalmamış.
Etrafımızı kuşatan ateş çemberini yarabilmek, bizim atacağımız ya da atamayacağımız adımlar ile hayat bulacağına inandığımız, daha da önemlisi bizim galibiyetimizden keyif alan, yenilgilerimizden üzülen Türk-İslam coğrafyasındaki milyarlarca kardeşimiz için bile kafamızı kaldırıp bakacak durumdan her gün biraz daha uzaklaşmanın hüznü ile uzaklara bakıp duruyoruz.
Aliya İzzetbegoviç bizim için “Tabuta konmuş olsa da toprağa gömülmediği sürece Türkler tek güvencemizdir” diyerek Türk milletinin, mazlum milletlerin sığınacağı ne kadar büyük bir liman, arkalarında duracağı kocaman bir kale duvarı gibi olduğunu, bu yüzden de bütün mazlum milletlerin umudu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin süper güç olmak gibi bir mecburiyetinin olduğunu hemen her platformda anlatmaya çalışıyordu.
12 Eylül ihtilal günlerinde mecburi ikamet olarak gitmek zorunda kaldığımız Avrupa’da dünyanın pek çok ülkesinden bir şekilde bizim gibi Avrupa ülkelerine gelmek zorunda kalan insanlar ile konuşup kendimizi “Biz Türk’üz ve kendimizi Avrupa’nın bir parçası olarak görüyoruz” diye takdim etmemize rağmen, etrafımızda bulunanların bir tamamı sanki ağız birliği etmişcesine “Hayır sen Avrupalı değil yüzde yüz Asyalı’sın. Bulunduğun coğrafya da zaten Avrupa değil daha çok Asya” cevabını veriyorlardı.
O zamanlarda da şimdi de bizim Asyalı olmaktan asla gocunmadığımızı hatta çok sevdiğimiz dostlarımız için “Sen Orta Asya’nın emaneti, çekik gözlüm” ifadesini bir ömür boyu kullandığımızı yakın çevremizde bulunan herkes bilir.
Ancak başta rahmetli Aliya İzzetbegoviç olmak üzere dünyada yaşayan milyarlarca Türk-İslam nüfusunun tek umudu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin de kendisinden beklenilenleri yerine getirebilmek adına Avrupalı gibi olması, daha da önemlisi Avrupalı gibi düşünmesi gerekiyor.
Şu sıralar hepimiz biliyoruz ki artık dünyada savaşlar topla, tüfekle yapılmıyor. Elbette bu zor coğrafyada tutunabilmek adına kuvvetli bir orduya, son derece modern savaş araç-gerecine ihtiyaç var. Ancak Arap baharı denilen ve ülkelerin sınırlarını, başkanlarını, yönetimlerini değiştiren kasırganın bir sosyal medya hesabından başladığı gerçeğini de unutmadığımızda iş yine dönüp dolaşıp teknolojiye dayanıyor.
Biz bu yüzden attan inip terene binmekte geç kaldık ifadesini çok ama çok önemli buluyoruz. Trene binememe hadi biraz yumuşatalım trene geç binme ifadesinin altında Anayasa’nın ülkemize Magna Karta’dan 600 yıl, matbaanın 300 yıl gecikmeli gelmesine bağlı olarak binlerce olumsuz etken sayabiliriz.
Kabul etmek gerekir ki bizim mazlum milletler olarak bildiğimiz devletlerin bir tamamının ayakları üzerinde duran, etrafına güven veren bir Türkiye’ye her zamankinden daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır. 
Dikkat edin en basit hali ile başta Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor başta olmak üzere diğer kulüplerimizin ve futbol, basketbol, voleybol milli takımlarımızın bir başarısından hemen sonra seyircilerimizin yurt içinde meydanlara döküldüğü an da Kosova’da, Üsküp’de, Bakü’de, İslamabad’da, Yeni Delhi’de, Bişkek’de, Astana’da, Buhara’da daha da açık bir ifade ile dünyanın neresinde kendisini müslüman ve Türk hisseden kim varsa tamamı sokaklara dökülüyor. Bizim sevinçlerimizle keyifleniyor, bizim dertlerimizde hüzünleniyorlar.
Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün kendisinden çok dünya üzerinde var olan kardeşlerine katkı sağlamak adına bu zamana kadar bir şekilde kaybettiği zamanı, bundan sonra çok daha kısa bir zaman zarfında kazanması ve aradaki yüz yıllık iki yüz yıllık geç kalmış mesafeyi de kapatmak zorundadır.
Türkiye Cumhuriyeti’ne dolayısı ile Türk milletine bağlanan umudu en güzel bir şekilde Yavuz Bülent Bakiler’in “Bizim Türkümüz” isimli şiirinde görüyoruz. Bakiler Türk-İslam coğrafyasının içerisinde bulunduğu zorluğu, 
Kerkük’te kurşunlar ansızın bizi vurur
Sürüklenir sokaklarda başsız cesetlerimiz
Zulüm bir hançer gibi içimize oturur
Bir mağara devrinden arta kalan insanlar
Kerkük’te kan kusturur…
Uzar gider bir sessizlik içinde
Bir uçtan bir uca Türkistan toprakları
Beyaz altın dediğimiz pamuk tarlalarına
Çöreklenir yedi başlı kızıl yılan
Baş kaldırsa esarete yeni bir Osman Batur Han
Bebekler bile vurulur beşiklerinde
Kana boyanır Türkistan. 


dizelerinde kardeşlerimizin nasıl zor durumda olduğunu adeta tokat gibi yüzümüze vurur. 
Bu yüzüstü durumunu da Necip Fazıl Kısakürek, "Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya" diyerek Türkiye’nin ayağa kalkması ile dünyadaki pek çok mazlum milletin kaderinin de değişeceğini anlatmaya çalışır.
Dışarıda mesafe alabilmek ve kaybettiğimiz zamanı kazanabilmek adına içeride bir olmak, beraber olmak, aynı noktaya koşmak, aynı sevinçler etrafında toplanmak, aynı üzüntüler ile dertlenmek gibi bir hedef birliği koymak mecburiyeti vardır. Ancak siyasetin bu kadar ortadan bölündüğü bir Türkiye’de sözünü ettiğimiz ihtiyacımız olan teknolojiye nasıl kavuşacağımızı ve kavuşacağımız teknoloji ile mazlum milletlerin hayatına olumlu yönde nasıl katkı sunacağımızı bilemiyoruz.
Türkiye artık uzun yıllardır üzerinde olduğu attan çok çabuk bir şekilde inip trene binmeli. Yani teknoloji ile çok kısa bir zamanda tanışmalıdır. Bize hiç bir faydası olmayan, kısır iç çekişmelerden bir an önce vaz geçilmeli, seviyesine gelmeye çalıştığımız Avrupa ülkelerinin takip ettiği yolu izleyerek hedeflediğimiz amaca ulaşmalıyız.
Hollanda’da, Almanya’da bugün artık dev olmuş pek çok ülkede petrol yok. Yer altı ya da yer üstü maden yok ancak bu ülkelerde akıl var, teknoloji var, bilim var. Teknolojiyi takip eden, çağı yakalayan ve trene binmeyi başaran bu ülkeler, şu sıralarda sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlarına en iyi hayatı sağlamanın peşindeler.
Hal böyle olunca biz de uzun yıllardır kendimize hedef koyduğumuz "Beyaz Saray’ın bahçesinde atımıza ot yedirme" ülküsünden vazgeçmemekle beraber artık bu yolculuğun at ile olmayacağının farkına vardık, trene bineceğiz.
Beyaz Saray’a trenle gitmeyi deneyeceğiz.


Son Güncelleme: 22.03.2019 14:16
Anahtar Kelimeler:
Bu Asrı Heba Edersek !
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37