Yapılan araştırmalar tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de insanların ayakta kalma sürelerinin daha da arttığını gösteriyor. Yıllar önce insanımız saat 22.00'de, bilemediniz 23.00 gibi uykuyu seçerken, şimdilerde uyku zamanı gece yarısını çoktan geçmiş durumda.

İnsanımızın ayakta kalma süresi uzadıkça mecburen televizyon seyretme ihtiyacı da artıyor. Gecenin geç saatlerinde kayda değer haber ya da sinema filmi de kalmayınca vatandaş sürekli birbirini takip eden belgeselleri ama daha da fazla eldivenden, merdivene kadar hemen herşeyin satıldığı televizyon kanallarını seyretmek zorunda kalıyor.

Geçtiğimiz hafta biz de günlük köşe yazımızı yazdıktan ve sade kahveyi içme gafletinde bulunmuş bulunmuş, sonrasında da uykusu firar etmiş bir şekilde kanalları dolaşırken daha çok alışveriş yapılan televizyon kanallarında;

Ölüm hariç her derde deva çörek otu,

Bütün hastalıklara çare bal,

Kıbleyi gösteren seccade

gibi akıllara gelen, gelmeyen bütün mamullerin satışı son hızla devam ederken, bir anda yanmayan kefen satışının yapıldığı reklamı görünce, gerçekten aklımızı yitirecek noktaya kadar geldik.

Bu yanmayan kefen ile ilgili olarak olurdu-olmazdı şeklinde çeşitli görüşler duyduktan ve bu kadar da olmaz şeklinde bir çaresizlik ile karşılaşmışken, 2012 yılında Cennet'ten arsa satıyoruz diye aralarında görevli bir hakim ve doktora Cennet'ten arsa satarak o günlerde 5 milyon lira vurgun yapan çetenin üyesi doktorun, mağdurları hipnotize ederek çete liderini kimi zaman tekrar dünyaya gelen Veysel Karani, kimi zaman peygamber vekili olarak gösterdiği, "Allah için parayı ver ve kötülüklerden korun" diyerek dolandırdığını, bunu yaparken de Cennet'ten yer de vaat ettiği hadiseyi hatırladık.

O günlerde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı'yla ortaklaşa yürütülen soruşturma kapsamında kendilerini peygamber vekili reenkarnasyon ile tekrar dünyaya gelen muhterem zatlar olarak tanıtıp dolandırıcılık yapan çete takibe alınmış, 5 kişiyi yaklaşık 5 milyon TL dolandırdığı iddia edilen 3’ü kadın 6 kişi, Ankara, Hatay, Kırıkkale ve Çankırı’da düzenlenen eş zamanlı operasyonlarla yakalanmış, şebeke lideriyle birlikte doktor olan eşi ile birlikte 3 kişi gözaltına alınmış, kendisini peygamber ilan eden kişinin de 3 hırsızlık olayından poliste kaydının bulunduğu belirlenmişti.

Dolayısı ile aralarında hakim ve doktorların da bulunduğu kişilere Cennet'ten arsa satanların bize göre bir pazarlama harikası olan yanmayan kefen için de müşteri bulmanın hiç de zor olmayacağını çok net bir şekilde biliyoruz.

Alışveriş sitesinde 870 liraya satılan yanmayan kefen ile ilgili olarak "Ölünün kefenine yazdığı yahut bir kağıda yazılıp kefenine konulduğunda veyahut ceylan derisine yazılıp kefen içine konulduğunda meyyiti kabir azabından vs. sıkıntılardan kurtaracak" ifadeleri bizim hangi noktada olduğumuzla ilgili, kendimizi daha bir derinden sorgulamamız gerektiği gerçeğini de ortaya koyuyor.

Yanmayan kefen ile ilgili olarak internette ismi çok bilinen bir hocanın yeni bir kefenimiz geldi diyerek, ürünü anlattığı, aynı hocanın konuşmasında bir duayı anlatarak;

"Bu duanın Kabe örtüsü veya ceylan derisine yazılması halinde kişi kabir azabından korunacak. Kumaş olarak öyle bir dokuma yapıldı ki öbürlerinde imamların elinde kalıyormuş.

Öyle zayıf kumaşlar var.

Buna 60 küsur kumaş dokuması yapıldı.

Bu ismi şerifi ceylan derisinin üzerine safranla yazdık.

Meyyiti kefenin göğüs kısmına yazdırdık.

Defnedilirse kabrinde rahat eder, azaba düçar olmaz, suali çabuk geçer.

Yani bedeni kabirde çürümez.

Şihabeddin Sühreverdî Hazretleri büyük günahkar olsa bile, ahiretteki hesabı bilmem de ben burayı konuşuyorum.

Bu ismin azameti ve bereketiyle kabrinde rahat eder.

diyerek pazarlamayı da kendi lisanı ile yapıyor.

İslam ümmetinin ne halde olduğu, dünyanın bilim ve teknoloji noktasında hangi noktalara doğru yol aldığını düşündüğümüzde, devletin okuttuğu ve adalet dağıtmakla yükümlü bir hakimin, hastaları bilimsel yollar ile muayene ermesi gereken bir doktorun, Cennet'ten arsa alacak duruma geldiklerini öğrenince, "Ne olacak bu müslümanların hali ?" diye düşünmekten kafamıza ağrılar girdiğini söylememiz gerek.

Herhangi bir ortamda konuşmaya başladığımızda ilk ifademiz muhtemelen nüfusun yüzde doksan dokuzunun müslüman olduğu bir Türkiye şeklinde olacaktır.

Bu kadar büyük bir yüzde ile övündüğümüz müslümanların dini vecibelerini de eksiksiz yerine getirdikleri gerçeğinden yola çıktığımızda, "Eğer bu dünyada İslamın şartlarını yerine getiriyorsak, kabir azabından neden korkuyoruz. Cehennem'de yanacağımız kesin midir ki yanmayan kefene ve yan ürünlerine ihtiyaç duyuyoruz?" soruları akıllara geliyor.

Türkiye’de oldum olası din eğitimi bizzat devlet tarafından verilmediği ve din eğitimi artık maalesef sayıları belli olmayan cemaat ve tarikatların eline bırakıldığından, vatandaş da ister istemez "Bu dünyam bir şekilde yandı. Hiç değilse ahireti kurtarayım" diye düşünüyor ve o andan itibaren din simsarlarının eline düşüyor.

Aslında siyasetçi bu din baronlarının ne kadar tehlikeli olduklarını, İslamiyet'e ne kadar büyük zarar verdiklerini çok iyi biliyor ancak seçim dönemi yaklaştığında, vatandaşı tek tek dolaşmaktansa bu cemaat ve tarikatlardan blok oy geleceğini de gördüğünden, bunlara karşı yeter bu garip milletin sizden çektiği diyecek gücü kendisinde bulamıyor.

Müslüman kendisini yaratan Allah’a karşı olan kulluk görevlerini tam anlamı ile yerine getirebilse, İslamın şartlarını, İmanın şartlarını bütün hayatı boyunca uygulasa, yalan söylemese, kul hakkı yemese, hırsızlık yapmasa, yanmayan kefene de ihtiyacı olmayacak Cennet'ten arsaya da.

Çoğu vatandaşımız normal bir hayat yaşamıyor. Dünya nimetlerini bütün hızı ve enerjisi ile hakkı olup olmadığına bakmadan kendisine doğru yontuyor. Bunu yaparken de son derece büyük bir yanlışın içerisinde olduğunu görünce, hiç değilse yanmayan kefen alayım da Cehennem ateşinden kendimi kurtarayım diye ipe sapa gelmez düşünceler içerisine giriyor.

Doktorun verdiği reçeteyi eczaneden alırken eczacıya "Bu reçeteyi okudum ama tam olarak anlayamadım, ilacı vermeden önce bir de sen anlat" diyen ortalama müslüman kardeşimiz, müslümanlıkla, islamiyet ile ilgisi olamayan hemen herkesi dinlerken, mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerimi Allah rızası için bir kez bile açıp okumayınca böylesi çapraşık işler ile karşı karşıya kalıyor.

Bir kez daha belirtiyoruz, din eğitimi bizzat devletin kendisi tararından verilmelidir.

Böylesi önemli konular kerameti kendisinden menkul kişi ve gruplara emanet edilmemelidir.

Din eğitimi milli eğitim bakanlığına bağlı okullarımızda uygulamalı olarak verilmelidir.

Çocuklarımız dinini, diyanetini gerçek manada öğrenmelidir.

Aksi takdirde dün hakim ve doktorlara Cennet'ten yer satanlar, bugün yanmayan kefeni pazarlamaya hiç ara vermeden devam edecekler. Yarın da bu garip milletin dini duygularından istifade edip daha neleri pazarlayacaklar?

Allah bilir…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37