Her şey değişir…

Sinema yazarı Murat Kirişçi yıllar önce Rocky 4’ü gösteren bütün sinemaların önünde uzun kuyruklar vardı.

Yavuz ERCAN
Yavuz ERCAN
21 Temmuz 2020 Salı 00:02
Her şey değişir…

Sinema yazarı Murat Kirişçi yıllar önce Rocky 4’ü gösteren bütün sinemaların önünde uzun kuyruklar vardı. Salonlar hıncahınç doluydu. Anadolu’daki sinemalarda da aynı manzaraların olduğunu duyuyorduk. Salonda film alkış kıyamet içinde izleniyordu. Hele Rocky her yumruk vuruşunda salon ‘Rocky! Rocky!’ diye inliyor, yumruklar havada insanlar yerlerinde hoplayıp zıplıyordu. Sanki iki boksör gerçekten o salonda dövüşüyordu…” şeklinde aslında filmdden çok "değişimi" öne çılaran uzun bir yazı kaleme almıştı.

Hatırlıyoruz o filmi birlikte izlediğimiz rahmetli babam kendisini filme kaptırınca “Biraz sakin ol neticede bu bir sinema filmi” dediğimizde “Sen karışma karşıdaki boksör ROCKY’i dövünce sanki dayağı ben yemiş gibi oluyorum, Allah Rocky’ye güç kuvvet versin” diye dua ederdi.

İzleyenler vardır Rocky-4 Filminin ana teması “değişim”dir.  Apollo’nun ölümünden ders almayan Rocky, Adrian’a “Ben bir dövüşçüyüm, böyle var oldum. Kendimizi değiştiremeyiz” der. Finaldeki maçta ise Rus seyircinin Rocky’e karşı tutumu değişir. Rocky’nin kazanma sevincinin ardından yaptığı konuşma şöyledir:

“Bu akşam buraya gelirken neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. İlk başta pek çoğunuzun benden nefret ettiğini gördüm, sanırım ben de sizden pek hoşlanmadım. Maç boyunca bu salonda pek çok değişim oldu. Benim size ve sizin bana olan duygularınızla ilgili… Burada iki insan birbirini öldürüyordu, ama sanırım bu 20 milyonun birbirini öldürmesinden iyidir. Yani demek istediğim, eğer ben değişebiliyorsam, siz değişebiliyorsanız, herkes değişebilir!”

Bundan çok uzun yılar önce yaşı bizden bir hayli ileride olan büyüklerimiz bizim “Zaman geçmiyor, her şey aynı, hiçbir şey değişmiyor” şeklindeki şikayetlerimize “Merak etme, bir müddet sonra zamanın çok hızlı geçtiğini ve asla değişmez dediğin ne varsa bir tamamının seni hayretler içerisinde bırakacak şekilde değiştiğine şahit olacaksın” cevabını verirlerdi.

Öteden beri pazar günü denilince akıllara geç saatte uyanmak, erken uyananlar için evin balkonunda yada dışarıda mükellef bir kahvaltı, biraz tembellik, bir miktarda tembellik gelirdi.

Bizim gibi ellili yaşların sonuna gelmiş olanlar içinde Pazar günleri daha çok evimizin baş köşesine kurulmuş, tek kanallı, siyah beyaz televizyonun karşısına geçip genellikle ABD’nin Kovboy filmlerini büyük bir keyifle izlediğimiz günlerdi.

Şehir nüfusunun bu kadar kalabalıklaşmadığı, köy hayatının egemen olduğu günlerde yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Pazar günleri bizim gibi tek maaşlı bir devlet memuru çocuğunun “siyah beyaz televizyon filmi” izlemekten başka çaresinin kalmadığı günlerdi.

Sonraları “Pazartesi sendromu” diye bir hareket başladı, Tembelliğin tavan yaptığı bir Pazar gününden sonra 5 gün sürecek yoğun bir haftanın başlayacağı an olan Pazartesi gününe “Merhaba” demek gerekirken “Pazartesi sendromu” denilen olgunun nasıl ortaya çıktığını da bugün bile anlayabilmiş değiliz.

Tek kanallı, Siyah beyaz televizyonların hüküm sürdüğü Pazar günlerinde hayatımıza giren Doludizgin ve Küçük Ev dizilerini hep o günlere tanıdık. Şu an hayatta olmayan John Wayne'nin siyah beyaz filmleri ile hep Pazar günleri tanıştık.

Tek kanallı siyah beyaz televizyonun el üstünde tutulduğu günlerde ailelerin nüfusları bu kadar azalmamıştı, "Doğan her canlının rızkını Allah verir" şeklindeki ifadede kendisini bulan anlayış ve geçim derdinin bu kadar fazla olmadığı zamanlarda 5-6-8-10 çocuklu aileler daha çok görülüyordu.

İşte 8-10 çocuklu kalabalık ailelerin bir araya gelebilmesi bir sofra etrafında toplanabilmesi adına Pazar günleri can simidi gibiydi, Baba ve annelerinde hazır bulunduğu Pazar günü kahvaltılarında bütün kalabalık aile son ferdine kadar bir arada olunur ve doyumsuz Pazar kahvaltıları yapılırdı.

Pazar bütün ertelenmiş randevuların, bütün gecikmiş buluşmaların hayata geçirildiği gündü, “Pazar Kahvesi-Pazar buluşmaları-Pazar Postası” başta olmak üzere insan hayatında bir araya gelmek ile ilgili ne varsa başında mutlaka Pazar ibaresi eklenirdi.

Buluşmaların günü olan Pazar bir süre sonra ayrılılarında günü olmaya ayrılıklar ile de anılmaya başladı, eserlerini severek dinlediğimiz sanatçı Coşkun Sabah’ın "Günlerden bir pazardı terk edip gittin" şeklinde başlayan şarkısı ile birlikte duyduğumuz-duymadığımız daha binlerce eser hep Pazar gününün hayatımıza soktuğu ayrılıkları anlattılar.

Tek kanallı siyah beyaz televizyonlu günlerin üzerinden çok zaman geçti, Geçen bu zaman zarfında bütün dünyada son derece tehlikeli bir sürece giren nüfus kontrolü maalesef Türkiye’nin de kapısını çalmakta gecikmedi, 8-10 çocuklu bir noktadan 2 çocuklu hadi bilemediniz 3 çocuklu bir aile yapısına merhaba dediğimiz şu anlarda Pazar günü ile ilgili bildiğimiz bütün gerçeklerde artık yerini yeni dünya düzenine göre şekillenmeye başladı.

Eskiden bütün aile fertlerinin bir araya geldiği an olan Pazar günü içerisinde bulunduğumuz günlerde artık hiç kimsenin bırakın evinden ,odasından, yatağından bile çıkmadığı bir gün haline geldi, Azalan nüfus dolayısı ile zaten evlerde kimsenin kimseyi gördüğü yok, Dünya ile birlikte Türkiye’nin de içerisine düştüğü yeni dünya düzeni sebebi ile nerede ise haftanın yedi günü çalışmak zorunda kalan bir nesil için Pazar dahil diğer günler hiçbir önem arz etmiyor.

Türkiye nüfusu yaşlandıkça herkes geçmiş zamanların özlemini daha bir derinden yaşıyor, "Nerede eski bayramlar, Nerede eski arkadaşlıklar, nerede eski sanatçılar, nerede eski sinema filmleri, Nerede eski beyefendiler, eski hanımefendiler ?" diye başlayan hayıflanmalar bir anda "Nerde o Pazar günleri geniş aileler ile birlikte yaptığımız kahvaltılara" kadar gelip dayanıyor.

Sanatçı Mirkelam– Hatıralar isimli şarkısında "Geçip giden zamanları/Bir yerlerde bulsam/Sonra üzülsem/Üzüldüğüme üzülsem/Gözyaşıma dalıp dalıp/Seni hatırlarım/Gittin şimdi sen/Yoksun yanımda/Bir şey istemem/Neye yarar hatıralar" diyerek artık geri gelmeyecek güzellikleri sorguluyor, Sanatçının sorguladıkları geçmiş içerisinde bizimde anne ve babamızla birlikte 7 kardeşin bir kazan çorbaya tahta kaşıklar ile hücum ettiğimiz Pazar günleri varmı dır?

Gerçekten bilmiyoruz.

Bildiğimiz geçip giden her Pazar günü ile birlikte bizimde hayatımızdan pek çok güzelliklerin çıkıp bir daha gelmemek üzere başka yerlere gittikleridir ve o keyif dolu Pazar günlerin tekrar kapımızı çalıp hayatımıza gireceği konusunda da hiç bir umudumuzun kalmadığıdır.

Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37