Yurdum insan oldum olası boş/dolu sözün arkasından koşuşturmayı sever. Sözün arkasından koşturma hali bir müddet sonra yerini tartışmaya en nihayetinde “Sen benden iyi mi bileceksin, var mısın benimle iddiaya ?” şeklindeki saçma sapan anlaşmazlığa gelir dayanır.

Bu içi boş hadisenin insanımızı daha az üzen kategorisi de “Sen haklısın ama” diye başlayan başladıktan sonrada saatler süren en sonunda da “bende haklıyım” diye biten ve aslında karşısındakinin kolunu bükmekten başka hiçbir işe yaramayan hastalıklı bir ruh halidir.

Toplum şu sıra binlerce derdi, bitip tükenmez bir o kadar problemi varken birazda pandeminin yarattığı zaman boşluğu yüzünden işyerlerinde, birkaç kişinin bir araya geldiği yerlerde, ofislerde, televizyon kanallarında fındık kabuğunu bile doldurmayan meseleler yüzünden kendisini haklı çıkarmak isteyen milyonlarca “boşta gezenin boş kalfası filozoflar” ile dolup taşmış vaziyette.

Bu kadar olumsuzluğa Türk insanının aslında hepimizi hasta eden fikrini yanlışta olsa karşısındakine kabul ettirme hastalığı yüzünden nefes aldığımız her alanda karşılaştığımız aklı evveller de eklenince hayattan soğuyacak duruma geliyoruz.

Önceki gün aslında pek karşı karşıya gelmediğimiz tartışmayı çok seven ilkokulu bile tamamlayıp tamamlamadığını bilmediğimiz bir tanıdığımız denk geldi, “Selam kelam” faslından sonra “Sen neden yerli otomobile karşısın, bazı arkadaşlarımız senin yerli otomobile karşı olduğunu söylüyor, Biz yerli otomobili bekliyoruz, Dış güçler Lozan’da bundan yüz yıl önce 2023 yılına kadar bizim yerli otomobil yapmamızı yasaklamışlar, 2023 yılında Lozan’da uygulanan otomobil yasağı tamamlanacak bizde seri üretime geçeceğiz” dediğinde bizimkinin akşam birkaç televizyon kanalında gezinti yaptığının farkına vardık.

Bizimkinden kısa sürede kurtuluş imkanı olduğunun farkına varında anında “ –Allah bu Almanya’nın belasını versin” dedik, bu kez bizim ki “Ne alaka yerli otomobil ile Almanyanın” dediğinde “-Ne alaka olur mu biliyorsun Lozan Almanya’nın başkenti (!) bu anlaşmada orada yapıldığından Almanya’ya bela okuyorum” der demez bizimki rakibini tuş etmiş Kırkpınar baş pehlivanı edası ile “Şöyle yola gel bana hak ver doğru ne ise onu söyle” diye kazanmış olmanın verdiği eda ile keyiflenmeye başlayınca  kendisine “-Biraz işimiz var daha sonra görüşürüz” dedik ve ayrıldık.

Aradan yaklaşık üç saat geçmişti ki telefonumuz çaldı, Açtık ki bize yerli otomobil ile ilgili akıl veren dostumuz “-Buyur” der demez “ –Sen çok yaramaz bir adamsın Lozan, Almanya’nın başkenti değilmiş, beni yanlış yönlendirdin” dediğinde “ Lozan’ın hangi ülkenin başkenti olduğunu bilmeden haklı çıkmak adına bana akıl verirken sen iyi insan oluyorsun bende bu adam bu kadar çapsızlığa rağmen nasıl ahkam kesiyor diye senin bilgini öçlüğüm için yaramaz adam oluyorum, git işine beni arama, bir daha da bilip bilmediğin konularda haklı çıkmak adına sallayıp durma buda sana iyi bir ders olsun” dedikten sonra telefonu kapattık.

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi nefes aldığımız her yer Almanya’nın başkentinin Lozan olduğuna inanan ama daha kötüsü karşısındakine de bu durumu inandırmak isteyen milyonlarla dolu ve biz bu hadsiz milyonlar içerisinde doğruyu bulmak adına ömür ve nefes tüketiyoruz.

Bizim verdiğimiz bu örneğe daha yüzlercesi binlercesi ilave edilebilir, Okumadan, araştırmadan, kaynak kullanmadan sağdan solsan duyduğu bir kaç ifadeyi aklının bir kenarına kısmen kaydeden sonra da yakaladığı herkese bir filozof edası ile ders vermeye çalışanlara “-Haksızsın” demekten uzun yıllardır vazgeçmiş birisi olarak hak-haklılık ve haksızlık kavramının sil baştan ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Yada karşımızdaki filozoflardan bir an önce kurtulmak adına Nasrettin Hoca misali “-Sende haklısın” dedikten saniyeler sonra kaçıp kurtulacağız.

Başka çare kalmadı zira..