Huzur sadece huzur

Huzur sadece huzur

Yavuz ERCAN
Yavuz ERCAN
04 Şubat 2017 Cumartesi 22:54
  Huzur sadece huzur


12 Eylül 1980 ihtilali öncesi bizi yurt dışında olmaya mahkum eden şartlar sağcı-solcu-Muhafazakar-Devrimci-Komünist demeden nerede ise en sağdan en sola kadar bütün ideoloji sahiplerini de yurtdışında belli bir süre “mecburi misafir” olmaya yönlendirmişti.

Bir keresinde bir Avrupa ülkesinde doğan ve orada yaşayan ve 12 Eylül’ün şartlarındaki sağ-sol kavgasından habersiz yakınımız “Anlamsız bir kavga içerisindesiniz. Gel seni birkaç yere götüreceğim, gideceğimiz yerlerde sana da tanıdık gelen pek çok simayı gördüğünde sana neden anlamsız bir kavga içerisindesiniz dediğimi daha iyi anlayacaksınız” dediğinde kendi kendimize “Akrabamız bir geziye çıkacak muhtemelen yalnız gitmek istemiyor olacak ki bizi de canı sıkılmasın diye bu geziye dahil ediyor” diye düşünmüştük.

Akrabamızın bizi götürdüğü yerlerde Rahmetli Cem Karaca’yı gördük, Ozan Arif’i tanıdık, Selda Bağcan’ı gördük, Hilmi Şahballı ile geçmişi andık, Melike Demirağ’ın “Şimdi İstanbul’da olmak vardı anasını satayım” isimli eserini ilk orada duyduk, Bugün isimleri hatırımıza gelmeyen pek çok vatandaşımızın da bizim gibi Avrupa’yı mecburi yerleşim merkezi yapan sebeplerin hep aynı olduğunun farkına orada vardık.

Yelpazenin hemen her noktasında bulunan ve Türkiye’de birbirleri ile “kanlı-bıçaklı” olan çok sayıda sanatçı-düşünür-yazar çizerin sözleşmiş gibi hep bir ağızdan “Ahh Türkiye “ feryadını duyunca “Sabahtan solcuyu öldüren silahın öğlenden sonra Ülkücüyü vurduğunun da” farkına vardık ancak iş işten çoktan geçmişti.

12 Eylül 1980 yılında Kenan Evren başkanlığındaki “Beşli Cuntanın” geçen yıllar içerisinde yönetimden yavaş yavaş çekilmesinden ve çıkartılan belli Aflar ile yavaş yavaş yurtdışında bulunanların Türkiye’ye dönmeye başlaması ile kendi kendimize “Türkiye bu ihtilalden çok büyük dersler aldı, Milletimiz artık siyaset sebebiyle en yakınındaki komşusu ile kavga etmeyecek, tartışmayacak ve Türkiye’nin Daha demokratik bir ülke olması yolunda hep birlikte el ele gönül gönüle yürüyecek" diye düşünmeye başlamıştık.

12 Eylül 1980 yılında yapılan İhtilalin üzerinden 37 yıl geçti, geçen bu yıllar içerisinde ne yazık ki çok kısa süren dönemler dışında asla birlik olamadı, bir araya gelemedi, siyasetin o acımasız kavgalarının dışında kalamadı, sürekli tartıştı, devamlı kavga etti.

Türkiye büyük bir ihtimal ile önümüzdeki Nisan ayında yeni bir Referandum yapacak, simine Başkanlık sistemi yada Partili Cumhurbaşkanlığı denilen yeni sistemin gelmesine yada gelmemesine  karar vermek için sandık başına gidecek, kapalı kabinde Türkiye’nin geleceği adına oyu verecek.

Normal şartlarda bir “Demokrasi Şöleni” halinde geçmesi gereken bu Referanduma daha 3 ay zaman varken hepimizin yakından gördüğümüz gibi toplum yine tam ortadan ikiye ayrılmaya ayrılırken de kendisi gibi düşünmeyene en galiz hakaretlerin yapıldığı bir noktaya doğru gitmeye başladı.

Son dönemlerde Türkiye’de yapılan her seçim adeta bir “Meydan muharebesine” dönüşüyor, her iki tarafta seçimi kazanmak adına olan olmayan bütün silahlarını sahaya sürüyor. Seçim gününe kadar adeta bir savaş yaşanıyor, kimsenin kimseyi gözü görmediği gibi kuralları olmayan bir mücadele yaşanıyor.

Yerel yada Genel farkı olmadan her seçim öncesi kasetler ortaya dökülüyor, özel hayatlar ortaya saçılıyor, rakibini açığa düşürmeye yarayan hangi argüman varsa sonuna kadar kullanılmaktan asal vaz geçilmiyor, Aileler yıkılıyor, hayatlar karartılıyor.

Bu tür kavgaları gördüğümüzde hep 12 Eylül 1980 ihtilalinin öncesinde yada sonrasında yaşanan o kavga dolu günleri hatırlıyor, sonrada bulduğumuz herkese “Daha başımıza hangi kötü olay gelmeli ki kavgadan, tartışmadan, hiç bitmeyen münakaşalardan vazgeçelim, Nasıl bir felaket olmalı ki dargınlığı, kırgınlığı unutup bir birimize sımsıkı sarılalım” sorularını daha çok soruyor ama doyurucu bir cevap alamıyoruz.

Yurt dışına çıktığımızın daha ikinci günü memleketimiz burnumuzda tütüyor, Yaşadığımız bütün olumsuzluklara rağmen yurdumuzun dağına, taşına, gecekondusuna olan sevdamızı bir an olsun unutamıyoruz, Yurt dışında bulunduğumuz ülkelerden bir an önce ayrılıp Türkiye’ye dönmenin mücadelesini veriyoruz ki memleket hasretimiz bitsin.

Umuyoruz ve diliyoruz ki Nisan ayında yapılacak olan Referandumdan hangi sonuç çıkarsa çıksın, herkes bu sonuca rıza göstersin, Demokrasinin bir kavga rejimi değil birbirimizle anlaşmak, karşımızdakinin fikirlerine tahammül göstermek olduğunun farkına varılsın, sadece kendi partimizin değil var olan diğer partinin de bu memleketin faydasına çalışmalar yapmak için siyasette var olduğu unutulmasın.

Bundan 35 yıl önce Türkiye dışında yaşadığımız vatan hasretini bir daha yaşamamak adına herkesin aklını başına alması, karşısındakinin fikirlerinin de önemli olduğunun bilinmesi ama en önemlisi de Milletimizin şaşmaz iradesine saygı duyulması halinde bugün karşı karşıya bulunduğumuz pek çok sorunun da Demokrasi sayesinde tane tane çözüleceğine inanılması gerekmektedir.

Unutmayalım ki Türk milleti artık Huzuru dünyanın bütün ülkelerinde yaşayan insanlardan çok daha fazla hak ediyor. 



Son Güncelleme: 04.02.2017 23:00
Anahtar Kelimeler:
MahkemeUyuşturucuBozüyük
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37