Zaman su gibi akıp gidiyor. Ömrünün büyük bir kısmını para kazanmak için harcayan bizim nesil, şimdi kazandığı paraları sağlığına kavuşmak için harcıyor. Bir ömür Allah’ın kendisi ne emanet ettiği vücudunu, dolayısı ile vücut sağlığını geri kazanmak için harcamaktan asla geri durmuyor.

Bizim nesil bir taraftan teknolojiye yenik düşmekten bir taraftan da şimdiki nesillere göre daha çok çalışmaktan ancak çalıştığının karşılığını alamamaktan şikayet ediyor, kendisinden sonra gelen nesillerin hazırcı olduğunu çalışmadan hak etmeden büyük keyifler istediklerini düşünüyor.

Dünya ile birlikte Türkiye’nin de geçirdiği evrim ister istemez insanoğlunu teknolojiye bir noktadan sonra bağımlı yaparken bir taraftan da eski alışkanlıkların içerisinde bulunduğumuz zamanlarda bir anlam ifade etmediğini görüp üzülüyorlar.

Böylesi durumlarda herkes elini şakağına dayayıp bundan belki 30 yıl -40 yıl-50 yıl öncesine gidip "O zamanlar dostluk şöyleydi, arkadaşlık böyleydi, sahtekarlık yoktu, samimiyet vardı" diye sıralayıp gidiyor.

Geçen zaman ile birlikte hayat ister istemez vücudumuzu da yıpratıyor. Yıllar önce tam olan dişlerimiz dökülüyor, saçlarımız seyrekleşiyor ya da simsiyah olan renk bir anda beyazlaşıyor, gözlerimiz eskisine göre daha az duyuyor, kulaklarımız eskisine göre daha ağır işitiyor, merdivenleri çıkarken ayaklarımız daha bir geri geri gidiyor.

Zaman zaman yaşı bizden büyük olan dostlarımızın bundan 40 yıl önce günlerdeki gibi hareket etmek istediklerini ancak ağırlaşan vücutlarının buna imkan vermediğini biz de görüyoruz. İyiden iyiye yaşlanmalarına rağmen bir türlü yardım almak istememeleri, bununla beraber ben daha ölmedim diyerek pervasız bir şekilde hareket etmeleri hemen hepimizin gördüğü hareketler.

İşte böylesi durumlarda biz hem kendi yaşıtlarımıza, hem yaşı bizden büyük olan dostlarımıza sık sık "Ölümün ne zaman geleceği belli değil. Ne zaman can vereceğimizi sadece bizi yaratan Allah bilir. Ancak bizimde görevimiz can vereceğimiz ana kadar Allah’ın bize verdiği cana iyi bakmaktır. Vücudumuza iyi bakmak bizim başlıca görevimizdir" tavsiyelerinde bulunuyoruz.

Emeklilik çağına gelmiş yada emekli olmuş dostlarımızın kendilerini bıraktıklarını neden bu haldesin” diye sorduğumuzda da, "Alacağımı aldım, satacağımı sattım. Bundan sonra ne yapmamı bekliyorsun?" dediklerinde inanın onların adına biz üzülüyoruz.

Kendilerini bırakan dostlarımıza "Sigarayı azaltın, hatta imkan varsa hiç kullanmayın. Yediklerinize, içtiklerinize dikkat edin. Sabah kahvaltınızı iyi yapın, öğlen yemeğinizi dostlarınız ile paylaşın, akşam yemeğinizi de düşmanlarınıza gönderin. Günlük tıraş olun, giyim kuşamınıza dikkat edin, elden geldiği kadar spor yapın en azından yürüyün" tavsiyelerinde bulunuyoruz.

"Bu kadar yetmez daha başka tavsiyelerin yok mudur? diyen dostlarımıza, "Günlük hayatımızın büyük bölümü dışarıda yani ayakkabıların içerisinde geçiyor. Bu yüzden kaliteli ve rahat ayakkabı alın. Geriye kalan zamanımızın önemli bir bölümü de uyuyarak geçiyor, bu yüzden uyuduğunuz yatak son derece kalitesi olsun" diye uyarıyoruz.

Tekrar belirtiyoruz, ecelin bizi ne zaman yakalayacağını bilemeyiz. Ancak yukarıdaki tavsiyelerimize uyulduğu takdirde bir miktar daha kaliteli hayat sürmenin mümkün olabileceğine inanıyoruz. Zaman zaman herkes etrafında görüyor, aynı yaşta iki insandan birisinin son derece dinç kaldığını ancak diğerinin de yaşıtından fersah fersah ileride olduğunu çok net bir şekilde anlayabiliyoruz.

Bu kadar olup bitenin sonunda bir bakıyorsunuz telefonunuza düşen bir mesajdan çok, yakınınızdaki birisinin hayatını kaybettiği ya da daha birkaç saat önce çay içip sohbet ettiğiniz bir arkadaşınızın, kalp krizi geçirip hastaneye kaldırıldığı haberini alıyorsunuz.

Rahmetli Atsız 'Yakarış' isimli şiirinde;

Anlamayız hayatı felsefeyle, ilimle;
Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı.
Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile?
Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı.

derken bir anlamda rahat ve amaçsız bir hayatın insanı vaktinden önce hırpalayacağını ve yıpratacağını anlatmaya çalışıyor ve bize göre de muhteşem bir tahlil yapıyor.

İnsanın dinç kalmasını sağlayan amaç çeşitli vesileler ile karşımıza çıkıyor, bu amaç bazen  siyaset oluyor, bazen önemli bir kariyer, bazen herhangi bir spor dalında kazanılan bir başarı, bazen de ticarette önlenemeyen bir yükseliş.

Bütün bu yazdıklarımıza rağmen galiba son sözü en güzel şekilde Şair Yılmaz Odabaşı  anlatıyo. 

Yılmaz Odabaşı, 'Hayat' isimli şiirinde;

Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
Aslında yokum ben bu oyunda
Ömrüm beni yok saysın....
Yaşam bir ıstaka
Gelir vurur ömrümün coşkusuna
Hani tutulur dilin
Konuşamazsın
Tırmandıkça yücelir dağlar
Sen mağlupsun sen ıssız
Ve kalbimde kuşların gömütlüğü
Tutunamazsın...
Eloğlu sevdalardan dem tutar
Aşk büyütür yıldızlardan
Yasak senin düşlerin
Dokunamazsın
Birini sevmişsindir geçen yıllarda
Açık bir yara gibidir hala
Hala çok özlersin onu
Ağlayamazsın
Yolunda köprüler çürür
Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda
Savurur hayat kül eyler seni
Doğrulamazsın!
Yapayalnız bir ünlemsin
Dünyayı ıslatan su yağmurlarda
Her şey çeker ve iter
Anlatamazsın...
Yaşam bir ıstaka
Gelir vurur işte ömrünün coşkusuna
Sesinde çığlıklar boğulur ama
Bağıramazsın...
Sonra vakit erişir, toprak gülümser sana
Upuzun bir ömrün ortasında
Ne hayata ne ölüme
Yakışamazsın!
Yazdırmalısın mezar taşına:
Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
Aslında hiç olmadım ben bu oyunda
Ömrüm beni yok saysın...

diyerek içerisinde bulunduğumuz süreci net bir şekilde anlatıyor.

Ve biz de bu duygular ile yolumuza devam etmeye çalışıyoruz.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37