Geçtiğimiz hafta anayasa değişikliği ile ilgili olarak AK Parti'nin, HDP'yi ziyaret ederek destek istemesi sonrasında Cumhur İttifakı'nı sonuna kadar destekleyen MHP'nin ne diyeceği merakla beklenirken, hatta MHP Genel Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin bu ziyaret sonrası erken seçim bile isteyeceği konuşulurken, Bahçeli'nin "Bu ziyaret son derece normaldir" şeklindeki açıklaması, önceki günde belirttiğimiz gibi bir taraftan Türk siyasetini bambaşka bir noktaya götürürken, diğer taraftan da idealizmin sona erdiği noktasında görüşlerin en üst perdeden seslendirilmesine vesile oldu.

Türkiye’de siyaset çok uzun yıllardır adanmışlık olgusuna göre yapılıyor. Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz günden beri özellikle ideoloji partilerinde kendisini bulunan vatandaşlarımızın nerede ise tamamı kinimiz dinimizdir şeklinde bugün bile anlam veremediğimiz bir çerçevenin sınırları içerisinde, kendilerinden başka hiçbir Allah kuluna hayat hakkı tanımayan siyaseti kendilerinde hak buluyorlar.

Biz çocuk denilebilecek bir yaşta Ülkücü Hareket ile tanıştık. Ocak yıllarından sonra artık yaşımız gereği artık partide siyaset yapmalısın diye talimat aldığımız günden itibaren bizim yerimiz Ülkücü Hareket'in siyasallaşmış kurumudur diyerek önce MÇP’de, sonra da MHP’de adanmışlık duygusu ile, kendi ölçülerimize büyüklerimizin bize açtıklarını sandığımız alanlarda siyasi teşekkülümüzün bir adım daha ileri gitmesi adına yıllar yılı gücümüzün yettiği kadar çabalayıp durduk.

Belli dönemlerde "Koştuk mu koşturulduk mu bilmiyoruz/Ne yükler yüklendi çelimsiz omuzlarımıza" diye belli belirsiz şikayetlerde bulunmaya çalıştıksa da, Lider-Teşkilat-Doktrin üçlemesi tüm hayatımızı ele geçirdiğinden olsa gerek, sesimiz kalabalıklarda kayboldu gitti.

Dünya görüşleri, siyasi fikirleri ne olursa olsun bizim gibi milyonlarca adanmış hayat çok uzun yıllar, yıllarca göğüsleri ile ateş, gözleriyle su taşıdılar, üst noktalarda siyaset yapanların düzenleri bozulmasın, alışkanlıkları değişmesin diye taşrada çok büyük kavgalar vererek görevlerini sonuna kadar yerine getirmeye çalıştılar.

1980’li yılların ikinci yarısından itibaren kitlelerin arasından daha yukarılara taşınan vatandaştan soyutlanan, liderin talimatları gereği bir yerlere konumlanan yapı bir anda sorgulanmaya başlayınca hiç yıkılmayacağı, parçalanmayacağı düşünülen camdan kuleler birbiri ardında parçalanmaya, özelliklerini kaybetmeye başladılar.

Günler su gibi geçerken biz de yavaş yavaş gençlik yıllarımızı geride bırakıp, orta yaşlara doğru ilerlemeye başladık. O zamanlarda farkına vardık ki sürekli işin mutfağında olmak artık yeterli gelmiyor. Siyasette milletvekilliği var, belediye başkanlığı var. Eğer kendinizi bulduğunuz siyasi oluşum iktidara gelirse bakanlık var, başbakan yardımcılığı var.

Sözünü ettiğimiz bu makamların herhangi birisine talip olan adanmışlar birden bire yönlendiriciler tarafından hain, ajan, bozguncu, nifakçı gibi akıl almaz yakıştırmalara maruz kaldılar. Daha birkaç yıl öncesine kadar karşı olunması gereken ne kadar ideoloji varsa hepsine beraber karşı olan yol arkadaşları birdenbire kanlı bıçaklı düşmanlar haline geldiler.

Bu adanmışlar ilçe kongrelerinde, il kongrelerinde karşı karşıya geldiler. Kongreleri kazanmak adına akla hayale gelmeyen yollar deneyerek en yakınındaki arkadaşının ayağını kaydırmakta hiçbir sorun görmediler. İhraçlar başladı, uzaklaştırmalar birbirini izledi. Mevcut yapıya karşı olanların isimleri "Genel merkeze girmeleri sakıncalıdır" denilerek bütün kamuoyuna sanki cüzzamlılar gibi ilan edildi.

Biz de bir adanmış olarak bu saydığımız cenderelerin hemen hepsinden geçmek zorunda kaldık. Derdimizi kime anlatmaya çalıştıysak yönetimi ele geçirmeyi başaranlar tarafından asi çocuk, uslanmaz muhalif yakıştırmalarına maruz kaldık, ötelendik, sürekli bir tarafa ait olmak zorunda bırakıldık.

Bütün bu ipe sapa gelmez ve fındık kabuğunu doldurmayacak saçmalıklar ile uğraşırken farkına vardık ki ömürden 20-25 yıl geçmiş, biz siyaseten hiçbir yere gelememişiz, yukarıdakiler rahat etsin diye en yakınımızdakiler ile girdiğimiz sonuçsuz kavgalar dolayısı ile dostsuz-arkadaşız kalmışız.

Mekanizmayı acımasız bir şekilde çalıştıranlar tarafından yenilgiye uğradığımızı düşündüğümüz zaman dilimi aslında çok uzak değil. Bilemediniz 5-6 yıl olmuş, neye yaradığını bilmediğimiz ve sonuç alamadığımız ancak yenilgimizin apaçık olduğu belli olan bir süreçte Şair Dilaver Cebeci’nin o muhteşem Şafağa Çekilenler isimli şiirinde kendini anlatmaya çalıştığı, 

Kim söyleyecek türküsünü bundan böyle
Ötükenli atların, 
Deli Günlü Noyanların?
Buz tutmuşken kavga zincirli bileklerde,
Kim paylayacak acısını dolunayın,
Bu Uygur yağısı göklerde
Uyvar kalesinin eski yoldaşı
O batılı akşama yenildiniz...
Ne kırıldınız ne büküldünüz,
Bir Yeniçeri palası gibi,
Öc gününe çekildiniz....
Bırakın dört yönden şaha kalksın yalnızlık.
Yeter ki siz unutmayın
Gümüş kabzalara sinmiş çağları
Ve emin siperlerin arkasında
Hırsla soluyan tuğları
Şimdi güvercinler geçer üstünüzden,
Selâmsız, kavgasız, töresiz...
Acı rüzgârlarda saçlarınız savrulsun.
Işık düşünceli çocuklar, canım çocuklar!
Yenilginiz kutlu olsun..

şeklinde kalakaldığımızı anladık.

Kendimize çok yakıştırdığımız adanmışlık duygusunun yerle yeksan edildiğini anladığımız günden itibaren artık "Yeniden cemre gibi düşmek toprağa durumumuz yok. Yeniden haram etmek gece gündüz uykuyu" gibi de düşünemiyoruz. 

Yunus Emre gibi atsız pusatsız
Anadolu’yu yeniden fethetmek.

adına dermanımızın tükendiğini de iyiden iyiye hissediyoruz.

Bütün adanmışların da bizimle aynı yenilmişlik-kaybetmişlik duygusu ile bir köşede "Ben nerede yanlış yaptım?" sorusuna cevap bulmakla meşgul olduklarını biliyoruz.

Milyonlarca sorunun hangi birisine cevap bulunacaksa..

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37