Halk aşığı Aşık Veysel bu dünyayı 'iki kapılı bir han' olarak ne güzel tasvir etmiş. Her birimiz, ağlayarak ilk kapıdan içeri girdiğimiz yolculuğumuza bazen ağlayarak, bazen gülerek devam ediyoruz.

Ne zamana kadar? Bize verilen mühlet sona erip de haydi gel denilince ikinci kapıdan uğurlanışımıza kadar. Bu yolculuk, başlangıcıyla bitişi birbirine benzeyen bir yolculuktur aslında. Arada bazı farklar olmakla beraber yolun sonunda bir nevi başa dönülür. 
Mesela,gelirken hiçbir şey getirmeyiz,giderken de hiçbir şey götürmeyiz.Geldiğimizde başkasına muhtaç,hiçbir şeyden habersiz geliriz.Çoğumuz da ömrünün sonunda yine muhtaç ve çocuksu hallere bürünmüş olarak noktalarız bu yolculuğu. 
İbrahim Ethem, Belh şehrinin sultanı iken bir gece kapıya bir yabancı geliyor ve ısrarla ben bu gece bu handa konaklayacağım diye tutturuyor. 
İbrahim Ethem dışarıya çıkıyor o yabancı adama diyor ki, burası han değil ki benim sarayımdır.
Yabancı adamın cevabı düşündürücüdür.
Bu saray senden önce kimindi?
- Babamın
- Ondan önce?
- O’nun babasınındı.
- Ondan da önce?
- Her halde bir başkasınındı ne bileyim.
- Peki şimdi onlar neredeler?
- Hepsi de bu dünyadan göçtüler artık yoklar.
 Peki herkesin bir müddet oyalanıp sonra da gittiği yer bir han değil de nedir?
 Bir gün biz de bize ait zannettiğimiz her şeyi bırakıp gideceğiz. 
Ahrete gittiğimiz zaman bu iki kapı arasında geçen sürede yaptığımız ibadetlerden, davranışlardan her şeyden sorumlu olacağız. Bu dünyada ki makamımız, şanımız, şöhretimiz, paramız yada arkamızı dayadığımız SEZAR bizi kurtarabilecek mi?
O halde ne yapmak lazım .? İnsan hayatını düzenlerken freni ölüm yani MEZAR olmalıdır. 
MEZAR, kabarmış nefislerimize gem vurabilmektir. Ölmeden ölmektir. Ölümle sonsuzun farkında oluyoruz ve baki lezzetin eşiğine çıkıyoruz. Cennetin ebedî lezzeti, ebedî yokluğu çağrıştıran ölümün elinde sunulur bize. Ne hoş bir kokudur o ve ölümü anmak o hoş kokunun güzelliğini arttıran bir iksir olur. Dünyevi olanı acılaştırırken uhrevi ve baki olanı tatlılaştırır. 
Ya SEZAR neyi temsil eder?
İnsanın dünyadaki felaketi, makam, mevki, şan, şöhret, para hırsına kapılarak insanlığını kaybetmesi, nefsinin esiri olmasıdır. Nefsin özelliği doyumsuz olmasıdır. Her şeyi ama her şeyi yer. Onun için Cenab-ı Hak nefsi Heyula adında bir hayvana benzetiyor. Bu hayvanın özelliği ne yese doymaz olduğundan geliyor. Madem bu dünyada azgın nefislerimizi doyurmak, tatmin etmek imkansız, baki lezzete, baki mutluluğa götürecek ölüm düşüncesinden neden uzaklaşıyoruz.
Bir gün bir hükümdar vezirine derki:
Ey vezir üç derdim var çare bul. Bazen çok sıkılıyorum,bazen çok öfkeleniyorum, bazen de çok kibirleniyorum, gururlanıyorum bunlara bir çare bul.Öyle bir şey olsun ki sıkıldığımda ona bakınca rahatlayayım,kızınca ona bakıp sakinleşeyim,saltanatımla mağrur olunca ona bakıp tevazu sahibi olayım.
Vezir der ki :
Bir yüzük yaptırıp taşına (sonu ne olacak?) yazdırın. O hal zuhur edince yüzüğe bakın. Hükümdar yüzüğü yaptırır. Saltanatıyla mağrur olunca o yüzüğe bakar içinde bulunduğu nimet ve devletin sonu ne olacak diye düşünür.(Elbet sonu ölümdür, Kıyamette hesabı var, kötüye kullanırsan azabı var) der mağrur olmaktan kurtulur.
Bir musibet geldiğinde yüzüğe bakar (Madem ölüm vardır, üzülmek boşuna) diyerek rahatlar.
Kızdığı zaman (Sonu ne olacak) yazısını okur. Sonu ölüm olduktan sonra kızsam ne çıkar der, gazabını, öfkesini yatıştırır.
O halde MEZAR’a yatırım hem bu dünyanı hem öbür dünyanı cennete çevirecekse neden SEZAR’a yatırım yaparak bu dünyanın geçici oyuncakları için hem bu dünyanı hem öbür dünyanı zindana çeviresin. 


Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37