1999 yılında yapılan seçimde bilindiği gibi MHP sağın birinci partisi olarak çıkmış, o seçimde en fazla oyu alan DSP’nin ardından Türkiye’nin ikinci partisi olarak kurulan DSP-MHP-ANAP hükümetinde koalisyon ortağı olmuştu.

Arkasından MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli "Türkiye 03 Kasım tarihinde erken seçim yapmalı" dediğinde tüm memleket koşar adım seçim çalışmalarına başlamıştı.

Biz de diğer arkadaşlarımızla birlikte sahada seçim çalışmalarına başladığımızda, seçmenin MHP’ye karşı olan ilgisizliğini ve AK Partiye olan müthiş ilgiyi gördüğümüzde, arkadaşlarımızın "İşimiz bu seçimde çok zor olacak" şeklindeki MHP adına korku dolu görüşleri içimizden kabul etsek de, bizimle birlikte koşturan arkadaşlarımıza "Tamam durumumuz 1999 yılındaki gibi iyi değil ancak bu memlekette seçmen bir siyasi partiyi kolay kolay iktidara getirmediği gibi kolay kolay da iktidardan götürmüyor. MHP 1999 yılında yüzde 18 oy aldı, 03 Kasım tarihinde bir 3-4 puan kaybetse bile en kötü seçimi yüzde 14-15 bandında tamamlarız" fikrini empoze etmeye çalışıyorduk.

03 Kasım akşamı sandıklar açıldığında yaşanılan siyasi deprem hepimizin depremi. 1999 yılında yüzde 22 civarında oy alarak birinci parti çıkan DSP yüzde 2 civarında oy almış, MHP-DYP-ANAP-FP başta olmak üzere tüm partiler yüzde 10'luk barajın altında kalmışlardı.

O günlerde barajın altında kalan ve pek çoğu siyaset sahnesinden çekilen partilerin genel başkanları ile birlikte genel merkez yöneticileri muhtemelen yaptırdıkları anketler dolayısı ile çıkabilecek sonuçları görmüşlerdir. Ancak anlatmaya çalıştığımız siyasi körlük dolayısı ile seçmen davranışlarını hesap etmemiş gibi bir durum yaşanmıştı.

Bizim seçmenimiz siyaset yapmayı bilir. Özellikle iktidarda bulunan siyasi partilerin yöneticilerine, belediye başkanlarına, milletvekillerine, bakanlarına yakın durmaya özellikle özen gösterirler.

Çünkü bizim memlekette oldum olası iktidara yakın olmak, bulunulan makamda daha yükselmek, çoluk çocuğa daha iyi iş, işyerlerine daha fazla kredi demek olduğundan, seçmen yakaladığı iktidar partisinin her ferdine tek başına iktidara geliyorsunuz ifadesini kullanmaktan asla çekinmez.

Geçtiğimiz haftalarda gazeteye AK Parti'nin üst düzey bir yöneticisi gelmişti. Kendisine durumunuz nasıl diye sorduğumuzda bize, "Kiminle konuşsak, kime sorsak herkes bize oy vereceğini söylüyor. Aksine bir fikir beyan edene henüz denk gelmedik" cevabını vermişti.

Biz de böyle konuşan partiliye "-Elbette öyle diyecekler siz iktidardasınız. İktidardaki partinin bir mensubuna hangi seçmen siz kazanamazsınız deme cesaretini gösterecek. Herkesin, iktidar partisi olarak sizden bin türlü talepleri var, olumsuz bir ifade kullanmak elbette ki imkansız" cevabını verdik.

Bizim Siyasi körlük dediğimiz hadisede işte tam burada başlıyor. Türkiye’de aldığımız nefesin bile siyaset olduğunu bilen seçmen, kendisini iktidara yakın durmak zorunda hisseder ama gider sandıkta oyunu başka bir partiye verir.

Çok partili hayata geçtiğimiz 1950 yılından bugüne kadar seçmen, kendisine daha iyi bir yaşam sağlamayı vaat eden hemen her siyasi görüşten partiyi iktidara getirdi. Bu siyasi partilerin bir kısmını bir dönem, bir kısmını da birden fazla dönem iktidarda tuttu ama sürekli değiştirdi.

Partilerin genel merkezleri kendilerini siyasi körlükten kurtarabildikleri ve gerçekler ile yüz yüze kaldıkları an ayaklarını yere daha sağlam basıp, seçim kazanmak için daha çok çalışmak zorunda olduklarını biliyorlar.

Diğer türlü iktidardakiler muhalefet, muhalefettekiler iktidar oluyor.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37