Herkesin yaşam hakkına saygı

Herkesin yaşam hakkına saygı

Yavuz ERCAN
Yavuz ERCAN
06 Ocak 2017 Cuma 23:54
Herkesin yaşam hakkına saygı


Türkiye 1970’li yıllar itibarı ile Sağ-Sol kavgalarının başladığı aynı evde yaşayan iki kardeşin bile anlaşamadığı dolayısı ile birbirini boğazlamaya çalıştığı günlerde siyasetçilerin öngörüsüzlüğü dolayısı ile bir anda 12 Eylül 1980 tarihinde Beşli Cunta tarafından başlatılan Darbe girişimine toslamak zorunda kaldı.

12 Eylül 1980 sonrası iktidara gelen siyasi partilerin liderleri o gün bu gündür hamaseti bir türlü elden bırakmayıp kendilerine inanan vatandaşları sırf birkaç oy almak uğruna yanlış yollara kanalize edince en ufak bir tartışmada bile birbirleri ile öldüresiye kavga eden bir kitle ortaya çıktı.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlar anlayış ve kavrama açısından her dönem siyasetçilerin önünde oldular, Türkiye’yi tanınmaz hale getiren siyasetçilere rağmen vatandaşlar “biz bir arada yaşamak istiyoruz” şeklinde olağanüstü bir duruş sergilemese Türkiye bu zamana kadar çoktan paramparça olmuştu.

Vatandaş her türlü olumsuzluğa rağmen bir arada yaşamak istiyor, bu birlikteliği sağlamak içinde siyasetçilerin etnik kimlikler üzerinden oy devşirmeye çalıştığı zamanlarda bile dil-din-ırk-milliyet farkı gözetmeksizin bir arada yaşamın bütün gereklerini yerine getirmek için olağanüstü bir gayret gösteriyor.

Siyasetçinin oy almak amacı ile dini cemaatlere biraz yol verdiğini gören ve kendilerine “Kanaat önderi” yaftasını yapıştıran “kerameti kendisinden menkul” sözde din adamları anında durumdan vazife çıkartıp bu milletin aklını çelmekten bir dakika bile geri durmuyorlar.

İlkokul mezunu bir “Emekli Vaizin” 4 saatlik bir darbe girişimi için 40 yıl hesap yaptığı ve “Milletin Devleti Sokaktan topladığı” 15 Temmuz gecesinden ders almayan siyasetçilerin yönetimde söz sahibi olduğu Türkiye’de bu yüzden acı üzerine acı yaşıyoruz.

Türkiye’nin tutunmaya çalıştığı bu zor Coğrafyada “Medeniyetlerin tepişmesi” dolayısı ile kimin ne zaman düşman kimin ne zaman dost olduğu belli olmayan bir ortamda Vatandaşın yaşam hakkının daha fazla serbest bırakılması gerekirken kişileri “kerameti kendisinden menkul” sözde alimlerin merhametine bırakmak süreç  içerisinde bize derin acılar yaşatıyor.

Bu memleketin Diyanet işleri Başkanı Kamuoyunun karşısına çıkıp “Ey Müslümanlar Mekke’nin Fetih tarihi 11 aralık tarihidir, Dolayısı ile gelin hep birlikte 11 Aralık tarihinde hep birlikte güzel organizasyonlar yapalım bu güzel günü hep birlikte huşu içerisinde yaşayalım “ dese ve 11 aralık tarihinde güzel bir etkinlik yapsa bugün yaşadığımız kötü olaylar ile asla karşı karşıya kalmazdık.

Aynı pencereden baktığımızda Noel’in tarihin 25 aralık olduğu  bu tarihinde Müslümanlık ile hiçbir bağının olmadığı 25 aralık tarihinin Hristiyanlar için büyük önem arz ettiği  yine Diyanet İşleri başkanı tarafından herkesin anlayacağı bir dille izah edilse hiçbir sorun kalmayacak.

Bir kere şu hususu belirtmekte fayda var ,Tarih boyunca her din dönemin kültüründen bir şekilde etkilenmiştir, özellikle sonradan eklemeler yapıldığı bilinen Hristiyanlıkta İsa’nın doğum tarihi 22 Aralık olmamakla birlikte inananları kendileri bu tarihi seçmişler.

Eski zamanlarda, Türkler günlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta şükür için ağaçları süsler altına Tanrı’ya hediye bırakırlarmış. Hristiyanlar kalıplaşmış bu inancı direk alarak sahiplenmişler oysa ki bu inanç Avrupa’ya yayılmış olsa da kökeni Türklere dayanıyor. Hatta ağacın çam olmasının sebebi  Türkistan’da özellikle meşhur olan akçam ağacının süslenmesidir.

Konu ile ilgili olarak ünlü tarihçi Dr. Muazzez İlmiye Çığ’ şunları söylüyor "Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir. Yeni Türk devletleriyle münasebetimiz bize yepyeni şeyler öğretiyor. Eski Türklerde yerin göbeğinden göğe kadar bir ağaç tasavvur ediliyor. Bu hayat ağacı. Sümerlerde de var. Bir ucunda Gök tanrısı duruyor. Türklerde güneş kutsal ama tanrı olarak kabul edilmiyor. 22 Aralık'ta güneş yeniden fazla olarak dünyayı aydınlatmaya başlayacak. Günler uzamaya başlayacak. 

Türklerin Gök Tanrısı gün ile geceyi tanzim ediyor gökte. Sözde gün ile gece sürekli münakaşa halinde. 22 Aralık'ta gün geceyi yeniyor. Bunu "Yeniden doğuş bayramı" Türkler kutluyorlarmış. Türkistan'da bir ağaç varmış, akçam, ve bu akçam başka yerde yetişmiyormuş. Akçam getirip eve koyuyorlar, akçamın altına o sene Tanrı onlara güzel şeyler verdi, güzel bir yaşam verdi diye Tanrı'ya hediyeler koyuyorlar. 

Dallarına da ertesi sene için Tanrı'dan niyaz ettikleri şeyler, adak olarak istedikleri şeyler için paçavra veya kurdela koyuyorlar. O günlerde büyük bayram, şenlik yapıyorlarmış. Aileler toplanıyor, büyükler varsa ziyaret ediliyor, özel yemekler yeniliyor, güzel elbiseler giyiliyor. Bu adet Türkler yoluyla Avrupa'ya geçti. Konunun Noel'le alakası yok. İznik Konsilinde pagan adeti görülen bu adeti İsa'nın doğuşu olarak kabul edelim diyorlar ve bu adet Hristiyanlara geçiyor. Ama ağaç süsleme pek yok, 16. Yüzyılda da Almanya'da başlıyor, daha sonra Fransa'ya geçiyor ve dünyaya yayılıyor."
Siyasetçilerin başlıca görevi vatandaşlarının bir arada yaşamasını  ,dini-dili-milliyeti ne olursa olsun hepsinin Devlete güvenmesini sağlayacak önlemleri almasıdır, Biz bu tür kültürel hayatın olmazsa olmazlarını yasakladığımız takdirde iş dönüp dolaşıyor toplu katliamlara kadar dayanıyor.

Dünya’nın hemen her ülkesinde milyonlarca Müslüman yaşıyor, Şimdi düşünebiliyormusunuz Almanya’da, Fransa’da yada başka Avrupa ülkelerinde Ramazan Bayramı-Kurban bayramı öncesinde ellerinde bildiriler, pankartlar ile “Bayramlar kötüdür, Biz Müslümanların bayramı kutlamalarını istemiyoruz” diye bağırıp çağırdıklarını..

Etrafımız dört bir taraftan sarılmış, PKK bir taraftan, FETÖ bir taraftan, İŞID bir taraftan Türk milletinin canını almak için bir dakika durmadan saldırıp duruyor, bu kadar kuşatma altında iken nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkenin insanlarını Yılbaşı kutluyorlar diye parçalara ayırmak ateşe benzinle gitmekten başka hiç bir şey değildir.

Yarın çok geç olabilir, Bu yüzden yarını kurtarmak adına bugünden atılacak adımlar hiç değilse bundan sonra yaşanacak kötü olayların önünün kesilmesi adına herkesi var olan korkularından kurtarabilir.

Aksi takdirde her yılbaşı bu millet için artık katlanılması güç acıların yaşanacağı gün olarak beklenecek son derece keyif alınması gereken böylesi özel günlerde bırakın eğlenmeyi “acaba dışarıya çıkarsam hangi katilin tabancasından çıkacak kör kurşunla hayatımı kaybedeceğim” endişesi yaşayacaktır.

Yazık değilmi bu memleketin insanlarına.!!! 



Son Güncelleme: 06.01.2017 23:57
Anahtar Kelimeler:
YoğunlukArızaMetrobüs
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37