Son dönemlerde memleketin dört bir tarafını “Habis bir ur” gibi saran “Tahammülsüzlük” ve buna bağlı olarak baş gösteren “hoşgörüsüzlük “yüzünden hiç kimsenin bir diğerini çekecek durumu kalmamış gibi.
En basit bir hadisede bile ortaya konulan tahammülsüzlük artık öyle bir noktaya kadar gelmiş dayanmış ki bırakın şehirleri, mahalleleri, caddeleri, sokakları aynı evde yaşayan aile bireyleri arasında bile herkes karşısındakini düşman gibi görmeye başlamış durumda.
Son yıllarda artan bu tahammülsüzlüğün 15 Temmuz sonrası bütün siyasi parti ve görüşlerin bir araya geldiği “Yenikapı ruhu” ile ortadan kalkacağı ve hayatımızı dizayn eden noktalarda bir fikir birliği ortaya konulacağı görüşü hakim olmaya başlamıştı.
Ancak bizim gibi olup bitenleri çok kısa bir zaman dilimi içerisinde unutan insanların yaşadığı bir memlekette 15 Temmuz tarihi itibarı ile “aklımızı başımızdan alan” gelişmelerin üzerinden daha bir ay bile geçmeden yeniden o tahammülsüz günlere dönülmekte gecikilmedi.
Avrupa ülkelerine göre okuma yazma oranımızın çok az olduğu ve her şeyin yarım yamalak Televizyon kanallarında kavga gürültü ile yapılan tartışmalardan öğrenildiği bir memlekette “kavga ve gürültünün “ prim yaptığını gören vatandaşta aynı hareketleri ertesi gün yaşadığı çevrede hayata geçirmekte bir sakınca görmüyor.
Vatandaşlarımız okumaya ve araştırmaya yeteri kadar zaman ayırmayıp bunun yerine olup bitenleri televizyon kanalarında konuşan ve kendisine yakın gördüğü yorumcuların anlattıklarının doğru yada yanlış olduğuna bakmadan ezberleyebildiği ve aklında tutabildiği bilgileri ertesi gün bulabildiği hemen herkese satmaya çalışıyor.
Böylesi bir nokta bir bakıyorsunuz herkes Din alimi, Herkes terör uzmanı, Herkes bilim adamı, herkes tarihçi, Yarım yamalak duyduğu bilgileri anlatmaya başlayan bu dostlarımıza “Afedersiniz siz anlattığınız bu konunun eğitimini aldınızmı” diye sorduğunuzda “Ben olumsuz şartlar dolayısı ile eğitim yapamadım ama…” diye başlıyor anlattıkça anlatıyor ama belli bir zaman sonra kendi anlattığına kendisi de inanmıyor olacak ki “benim işim çıktı” diyerek bulunduğu alandan uzaklaşıyor..Taa ki yeni bir konuyu akşam karşısına kurulduğu Televizyon kanallarındaki yorumculardan dinleyene kadar.
Araştırma ve gerçeği öğrenme gibi bir noktada bulunmayan vatandaş böylesi bir noktada ister istemez kendisine önder olarak gördüğü siyasetçinin ifadelerini, eğer bir cemaate mensup ise cemaatin başındaki hocasının görüşlerini kayıtsız şartsız kendi görüşleri imiş gibi kabul ediyor ve duydukları gerçek olmasa bile asla geri adım atmıyor.
Böylesi bir noktada mesele karşısındakine doğruları anlatmaya çalışmaktan çok muhatabının kolunu yaptığı “laf ebeliği” ile bükmek ve “Kardeşim sen yıllar yılı okumuş bilim adamı olmuşsun ama daha benim sorduğum sorulara cevap bile veremiyorsun” diyerek pişkin pişkin sıvışıp gidiyor.
Bu kadar bilgisizliğin bu kadar sorumsuzluğun ve bu kadar aklını kiraya vermişliğin sonrasında kendi fikrini son derece üstün muhatabının bildiklerini de “kesinlikle önemsiz” gören zihniyet kendisine yöneltilen en ufak bir eleştiride ortalığı birbirine katıyor.
Bizim etrafımızı kuşatan ve her geçen günü bizi biz olmaktan çıkartan tahammülsüzlük artık dayanılamaz bir noktaya kadar gelip dayanmış durumdadır, Herkesin birbirini düşman gördüğü bir ülkede hep özlemini çektiğimiz “Birlik ve bütünlüğün “ nasıl sağlanacağı da ayrı bir merak sonucu.
Bir arada olmanın, Karşımızdakinin fikirlerine yanlış bile olsa değer vermenin önemini kavradığımız gün Millet olma şuurunu daha iyi yakalayabileceğimiz düşünüyoruz ancak içerisinde bulunduğumuz mevcut yapıda tahammülsüzlüğün ortadan kaldırılıp yerine herkesin birbirine tahammül göstereceği zamana da en az 30 yıl 40 yıl olduğunu da etrafımızdaki herkesten duyuyoruz.
Mübarek Ramazan ayındayız , hiç değilse böylesine ulvi böylesine mukaddes bir iklimde karşımızdakine her zamankimden daha fazla tahammül gösterelim, böylelikle hal ve hareketlerimiz de karşımızdakilere örnek olur.