banner55

Geçtiğimiz kadir gecesi İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa' da nöbet tutan Filistinlilere bilmem kaçıncı kez saldırı düzenlemesinin ardından artık kanıksadığımız "İsraili şiddetle kınıyoruz. Sapan taşları ile zafere ulaşacağız, İslam ülkeleri uyuyor mu? İsrail'in bu saldırılarına karşı en sert şekilde cevap vereceğiz" diye devam eden ve artık kimsenin inanmadığı açıklamaları hemen hepimiz dakika dakika takip ediyoruz.

Hatırlayanlarınız vardır ABD ile İran arasında başlayan kavga ABD'nin İran'lı General Süleymani'yi  öldürmesi ile yepyeni bir boyuta taşınmış, dönemin ABD Başkanı Trump'un İran'a yönelik tehditlerine karşı İran Parlemenosunun üyelerinin "ABD'ye ölüm" sloganları Ortadoğu'yu bambaşka bir noktaya götürürüken bu coğrafyada var olan İslam Ülkelerinini iyiden iyiye sarıp sarmalayan ateş çemberinin içerisinde kaldıklarını da çok net bir şekilde ortaya koymuştu.

Kendilerini "İslam Ülkesi" olarak tanımlayan ancak başta ABD ve batı ülkelrinin uydusu olmaktan başka hiç bir işe yaramayan ve bütün ömürlerini hemen yanıbaşındaki diğer İslam ülkeeini yok etmeye adayan bu coğrafyadaki Ülkeler içinde adeta sonun başlagıcı olduğu çok net bir şekilde görülüyor.

Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi'nin beyliğini kurduğu yıllarda sahip olduğu topraklar 4 bin 800 km2 idi. Ertuğrul Gazi'nin ölümü sırasında (1299) beyliğin sahip olduğu topraklar 5 bin 631 km2'ye ulaşmıştı. Osman Gazi, beyliğinin topraklarını yaklaşık üç katına çıkarmış ve ölümü sırasında (1326) Osmanlı Beyliği'nin toprakları 16.000 km2 olmuştu.

Genişleme sürekli olarak devam etmiş ve Fatih Sultan Mehmet Han döneminde (1481) devletin yüzölçümü 2.214.000 km2'yi aşmıştı. II. Bayezid döneminde (1512) 2.375.000 km2'ye ulaşan devletin yüzölçümü, Yavuz Sultan Selim Han döneminde çok hızlı bir şekilde genişlemiştir. 

Yavuz Sultan Selim Han 8 yıl süren kısa saltanatı döneminde devletin topraklarını tam üç kat genişletmiş ve devletin toplam yüzölçümü 6.557.000 km2'yi bulmuştur. 

Kanuni Sultan Süleyman Han 46 yıl süren saltanatı döneminde (1566) devletin yüzölçümünü 14.983.000 km2'ye çıkarmıştır. Genişleme çok hızlı olmasa da bundan sonra da devam etmiş ve II. Selim Han döneminde (1574) 15.162.000, III. Murat döneminde (1595) 19.902.000 km2'yi aşmıştır.

Osmanlı Devleti'nin en geniş sınırlarına ulaştığı 1699 yılında, devletin yüzölçümü, etki alanları ile birlikte 24 milyon km2'yi buluyordu. Çünkü, İslam âleminin halifesi, Osmanlı padişahı olduğu için, devletin etki alanı, hemen hemen tüm İslam dünyasını kapsıyordu.

Gerçekten o dönemlerde, üç kıta topraklarında, Osmanlı padişahları adına hutbeler okunuyordu.

Bu yönüyle düşünüldüğünde, devletin etki altında kalan topraklar, Afrika kıtasının ortalarına, Asya kıtasının en doğu ucuna kadar uzanıyordu.

Böylesi geniş bir coğrafya içerisinde Irak (402 yıl) Suriye (402 yıl, İsrail (402 yıl)Filistin (402 yıl)Urdun (402 yıl)Suudi Arabistan (399 yıl) Yemen (401 yıl) Umman (400 yıl)Birleşik Arap Emirlikleri (400 yıl)Katar (400 yıl)Bahreyn (400 yıl)Kuveyt (381 yıl) İran’ın batı toprakları (30 yıl) Lübnan (402 yıl) Mısır (397 yıl)Libya (394 yıl) Osmanlı adı:Trablusgarp ,Tunus (308 yıl Cezayir (313 yıl) başta olmak üzere çok sayıda ülke bizim vilayetlerimiz olarak bulunmuştu.

Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ve sonlanması ile birlikte bizim terk etmek zorunda kaldığımız Ortadoğu coğrafyasından bugün isimleri Devlet olan ancak daha çok “Aşiret” muamelesi gören, sınırları İngilizler tarafından çöllere çizilen ve meydana gelen her kum fırtınası sonra değişen 30 civarında Ülke meydana çıkmıştı.

Petrol zengini olarak bilinen bu 30 civarındaki “Sözde Devlet”  yüzyıla Türkiye ile birlikte girdiler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü ve feraseti ile 1923 yılında kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti yıllar içerisinde kör topal bir şekilde de olsa Cumhuriyetin faziletlerine inanıp demokrasiye geçmiş, arkasından çok partili siyasi hayata girmeyi başarmış ve bölgesinde lider ülke konumuna yükselmeyi başarmıştı.

Ortadoğu’da konuşlanan ve kendilerini devlet olarak lanse eden ancak Aşiretler tarafından yöneltilen “İslam Ülkeleri” sınırları içerisinde fışkıran petrolün başlarına ne kötü bir bela olduğunu anlayana kadar emperyalist ülkeler tarafından çoktan ele geçirilmişlerdi bile.

Başta İngiltere ve ABD tarafından “Esir alınan” isimleri “İslam Ülkeleri” olarak bilinen ancak uygulamada İslamiyet ile uzaktan yakından asla ilgileri olmayan bu aşiretler topluluğu nerede ise yüz yıldır Emperyalist güçlerin uşaklığını yapmaktan kurtulamıyor.

Emperyalist ülkeler aşağı yukarı yüz yıldır bu Arap coğrafyası sınırlarındaki ülkelerin bünyesinde “kendilerine kul köle olacak, verdikleri talimatları kesinlikle yerine getirecek, Seçimden, Demokrasiden asla bahsetmeyecek” aileleri buluyor ve onlara “Biz sizi sağlama alacağız, Sizin ailenizin yıllar yılı iktidarını biz sağlayacağız, Siz ülkenizin başında duracaksınız, Sizin yeraltı-yerüstü bütün kaynaklarınızı bizim çok uluslu şirketlerimiz kullanacak ve bu tek taraflı ilişki biz isteyinceye kadar sürüp gidecek” diyerek bu ülkelerdeki hükümranlıklarını sürdürüyorlar.

Böylesi bir noktada Ortadoğu’da bağımsızlıktan, Devlet olmaktan, kendi başına karar vermek gibi hasletlerden söz edilemeyeceğini aşağı yukarı herkes biliyor,

Bölgede İsrail’in varlığını korumak adına ABD’nin dayattığı yaptırımlara asla karşı koyamayan sözde İslam ülkeleri hatırlayınız o günlerde  ABD’nin talimatı ile Katar ile olan ilişkilerini dondurmak zorunda kalmışlardı.

Biz Ortadoğu’da meydana gelen bu hareketlenme ile ilgili olarak “Şu ülkenin yanındayız, şu ülkenin karşısındayız”  gibi bir lüksümüzün olduğuna asla inanmıyoruz, zira o bölgede zaten bize ihtiyaç yok olsa da ABD ve İngiltere zaten bize “Siz uzak durun, bu sizin meseleniz değil” diyerek bizi saha dışında bırakıyorlar.

Ortadoğu’daki Arap ülkeleri bir gün gerçekten Devlet olabilecekler mi.?

İşin doğrusu yüz yıldır seçimlerin olmadığı, siyasi partilere hayat hakkı tanınmadığı Demokrasinin D’sinin olmadığı bir coğrafyada biz huzurun gelebileceğine asla inanmıyoruz.

Emperyalist güçler için bu coğrafyada Demokrasi-İnsan hakları-Seçim vs gibi bir dertlerinin olduğuna inanmıyoruz,

ABD ve İngiltere bu saydıklarımızı istemiyor. O bölgedeki sözde İslam ülkelerini yüz yıldır yöneten ailelerde “Bizim iktidarımız devam etsin, gerisine karışmayalım” diye düşündüklerinden bu “Al takke ver külah” durumu yıllar yılı sürüp gidiyor.

1941 yılından 1979 tarihine kadar 38 yıl İran’ı yöneten yönettiği zaman zarfında da İran’ın “Küçük Amerika” yapmakla övünen Şah Rıza Pehlevi’nin başına gelenler varlıklarını başta ABD olmak üzere Emperyalist ülkelere bağlayan Ortadoğu Ülkeleri için bir ibret vesikasıdır.

İran’da artık kalamayacağını anlayan Pehlevi ailesinin ABD ve İngiltere’deki bankalarda 48 milyar dolar parasının olduğu söyleniyordu, Bu vesile ile İran’da kalamayacağını anladığında ABD’li yetkililere “Burada kalma imkanım yok ABD’de olmak istiyorum” talebine “Olumsuz” cevabını aldığında nasıl bir hata yaptığını anlamış ama iş işten geçmişti.

İran’dan ayrılarak Mısır’a gelen Şah ve ailesi, ABD’nin oldum olası “İleri karakolu” olarak bilinen Mısır’ın Devlet Başkanı Enver Sedat tarafından askeri bir törenle karşılanmış ve Asvan Havaalanı’nda 21 pare top atışı yapılmıştı. 20 kişi ile ülkesini terk eden Şah’ın ardından ise İran’da adeta bir bayram havası esmişti.

Neticede ABD 38 yıl İş başında tuttuğu Rıza Pehlevi’yi “artık zamanın doldu” diye hem iktidardan indirdi, hem de Pehlevi’nin bankalardaki 48 milyar dolarlık parasına el koydu ve yoluna yeni ekiple devam etme kararı aldı.

Ortadoğu’da ayakları yere basan bağımsız bir devlet olmadığı için yukarıda verdiğimiz Rıza Pehlevi örneğindeki gelişmeler nerede ise her gün yaşanıyor,

ABD yıllar önce Sudan Devlet Başkanını kendisine göre “Terörist” ilan ettiğinden Sudan Devlet başkanı uçağa binip yurt dışına çıkamıyor, zira ülkesinden çıktığı an tutuklanıp ceza evine konulacak orkusu ile berbat bir hayat yaşamak zorunda kalıyordu.

Hal böyşe olunca ABD Ortadoğu’da kimi istiyorsa onu başa getiriyor üç gün sonra “sen bu işi beceremedin” diye alaşağı ediyor ve bu pandomin yıllar yılı sürüp gidiyor.

Bağımsız devlet olmak lazım.

Demokrasiye inanmak lazım.

İnsan haklarına saygı göstermek lazım.

Bir kişinin 40 yıl iktidarda kaldığı, iktidarın ancak öldükten sonra el değiştirdiği onunda yine aynı aileden birisine geçtiği bir ülkede İslamiyetten, doğruluktan, dürüstlükten bahsedilebilir mi ?

Yıllardır demokrasinin uğramadığı sözde İslam ülkeleri Batıdan ve batının kendilerine sunduğu iktidarlarını kaybetmekten korktukları kadar Allah'tan korksalar kendilerine-silaha değil insana yatırım yaparlar ve Aşiret olarak kalmak yerine devlet olma noktasına yönelirler.

Yazımıza konu olan İsrail dün bugün olduğu gibi yarında Filistin'e saldıracak, arkasından hazır halde bulunan kınıyoruz masalları yeniden anlatılacak olup bitenler bir dahaki saldırıya unutulacak ve zaman böyle geçip gidecek.

İnanmayan arşivlere baksın ondan sonrada bize hak versin.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37